28 Haziran 2009 Pazar

END OF AN ERA?*

Bizim neslin, sorunu hep bu oldu...arada kalmak(nesil filan diyince yanlış anlaşılmasın, henüz yaşlı diilim, just born in 80)...Televizyonun elle değiştirildiği, koccaa bir kutu olduğu halini, hatta siyah-beyaz dönemini de gördük, televizyonun artık neredeyse kağıt inceliğini aldığı high-tech ve high-definition halini de...Teknoloji anlamında nice örnek verilebilir böyle... ve tabii az çeşitlilikten sonsuz çeşidin olduğu tüketim kültürünün gelişimine şahit olduk...

Diyeceksiniz ki...biz yaşamadık sanki bunları!! ne diye anlatıyorsun bunları!!!....haklısınız ama hemen size tüm bunları sorgulama sebebimi söylüyorum: Michael Jackson'ın ölmesi :(
MJ'in öldüğü haberini duyunca , "Galiba şimdi 20. yüzyıl gerçekten bitti" dedim kendi kendime...ve Türkiye'de 80'ler ve 90'larda yaşayan, Özal dönemi çocuğu-genci olarak yaşadığım travmalar bir bir gözümün önünden geçti...

Senelerce annemin "Amman kızım Kızılay, Sıhhiye tarafında olaylar varmış, o taraflara bugün gitme olur mu" tembihleriyle büyüyen ve benimle birlikte büyüyen kocccaa bir apolitik 80 kuşağııı!!! Yani bu kadın niye habire bana böyle diyor diye sorguladığımda ve yakın tarihe merak sardığımda, eşşek kadar insan olmuştum bile, iş işten çoktaaan geçmişti...

Tüketim üzerine kurulu, kapitalist sistemin ve pop kültürün etkilerinden nasibini alan bizim nesilin bu arada nedense biyolojik bi özürü olduğunu da düşünüyorum...mesela uzun boylu insan sayısı nedense az, bizden sonraki nesilde ise bi selvi boylar, bi sulak yerde büyümüş efekti....(bunun konumuzla alakası olmadığını biliyorum, ama hep içimde kalmıştır yazmak istedim, sadece hasetlik galiba ;))

Pop kültürün en büyük sembolü olan ve dönemin analizi için her türlü ipucunu müziğiyle ve yarattığı dansıyla gözler önüne seren MJ öldü... ama bizim neslin çoğu hala hayatta....O zaman hızlı yaşamaya, çabuk ve çok tüketmeye ve çabuk unutmaya devam...Ne de olsa bize büyürken bişeyi merak etmemek, bilmemek, bilsek de anlamamazlıktan gelmek tembih edilmedi mi???!!! 3 maymunu oynamaya devam...
*BİR ÇAĞIN SONU MU?

24 Haziran 2009 Çarşamba

DU BAKALIM!

Bakarız, du bakalım, gün doğmadan neler doğar, yarın ola hayrola, sabah bi gözümüzü açalım bakarız (bu annemin favorisi)...ve daha bir çoğu ve türevi...

İtiraf ediyorum: Ben çocukluğumdan beri bütün bu "her an ölebilirizi" insana "danggg" diye habire hatırlatan kelime ve deyişlerden nefret ediyorum...

Yarını hatta gelecek hafta ve haftaları!!! bugünden planlıycak kadar plancı-programcı bir şahsiyet olunca, haliyle bu kelimeleri sık sık duyuyorsunuz...Tamam elbet ölücez de kardeşim, ne diye bana bunu habire hatırlatıyorsunuz...

Klasik olucak ama tabii bütün bu deyişler, atasözleri, vs. insanların yaşadıkları ve tecrübe ettikleriyle ilgili, katılıyorum...ama mesela ben bugünden yarın gitmek istediğim filmi, akşam ne yiyiceğimi, 1 ay sonraki arkadaşımın düğününe ne giyiceğimi, ya da gelecek sene tatile gitmek istediğim yeri planlamak istiyorum!!! Belki ben böyle mutluyum, küçük/büyük gelecek planları mutlu ediyor, hayata bağlıyor beni...

Ama yok...izin vermiyorlar ki...

Aslı: Anne yarın sinemaya gidelim mi?

Aslı'nın annesi :) : Sabah bi gözümüzü açalım

Aslı: Yunuus, yarın akşam şurda yemek yiyelim mi?

Yunus: Bi yarın olsun...

Aslı: Babaaa, şunu alabilir miyim? (ki bu küçükken sorduğum en sık soruydu)

Aslı'nın babası :) : Du bakalım :)

Hep mi kaderci insanlaaar sarar etrafımı ya!!!...imdaaaaaat :)

13 Haziran 2009 Cumartesi

İNGİLİZ AŞÇI MI???

Oxford mezunu...aslında gazeteci, Sunday Times gazetesinde kitap ve restoran eleştirmenliği yaparak başlıyor bu işe...sonraaa kendi tabiriyle "yemek yemeyi ve yapmayı seven biri olarak" tamamen kendini yemek işine adıyor, Nigella Lawson...

Şu anda İngiltere'de ve hatta dünyada çok tanınıyor Nigella, "İngiliz ve yemek mi!!!, asla!!!" düşüncesini tamamen ortadan kaldıracak ve bir İngiliz'in fish&chips dışında bir şeyler yapıp, yiyebileceğini gösterecek kadar güzel yemek yapıyor :) Bir sürü yemek kitabı var ve tabii yemek yaptığı bir de tv programı..."Pratiklik" Nigella için temel olgu, yani öyle uzun uzun ve ince ince soğan doğrama sahnelerine şahit olmuyorsunuz ama bu pratikliğe tezat Nigella gecenin bir yarısı hiç üşenmeden yatağından kalkıp canının istediği bir yemeği pişirebiliyor...

Nigella'nın popülerliğinin bir nedeni de şu: "She is renowned for her flirtatious manner of presenting" yani flörtöz sunumuyla tanınıyor. Domates doğrarken kameraya attığı bir kaçamak bakış, benmari usulü çikolata eritirken dudaklarında beliren bir gülümseme, onu daha da sevilir hale getirmiş ve "sexy chef" mertebesine yükseltmiş.

"Voyeuristic" kıvamda sadist bir şekilde, anlam veremeyerek izlediğim yemek programlarına, Digitürk'te yayımlanan Nigella'nın programını da eklemem çok zaman almadı...Yemek yemek dışında yapmakla en ufak bir alakam olmayan ben, Nigella'nın programlarından sonra 1-2 deneme yapmadım da değil...(tabii burada erkek arkadaşım Yunus'un teşviklerinin etkisininden de bahsetmeden edemiycem, çünkü kendisi geçen 14 şubatta bana 'e hadi yemek de yap biraz' mesajının içinde gizli olduğu, akıllı bir mini fırın hediye etti)

Digitürk sağolsun, Nigella'nın yemek programlarını bugünlerde hala evirip çevirip tekrar tekrar gösteriyor...ve ben aynı programı milyonuncu kez izlemekten sıkılmadığımı geçenlerde farkedip bu "voyeuristic" zevkimi uzun süre sorguladım...

Bu arada Nigella, belki herkesin yakışıklılığı ve sempatikliği ile tanıdığı "naked chef" olarak da bilinen bir diğer İngiliz şef "Jamie Oliver"a da rakip olmaktan geri kalmadı...Hatta Jamie, Nigella'yı tv programında yaptığı yemeklerden arta kalanları akşam üzerine ekstra soslar, kremalar, vs, sürerek yediği ve sağlıksız beslenmeye örnek olduğu gerekçesiyle eleştirdi...Ama şu bir gerçek, Nigella benim için Jamie'yi çoktaaan solladı, ne de olsa yemek dediğin yağlı, soslu ve salçalı olmalı di mi ;) Nigella'nın tariflerine www.nigella .com adresinden ulaşabilirsiniz, (acaba onu bu kadar övdüğümü bilse benimle tanışmak ister mi, wish she knows Turkish ;-))

3 Haziran 2009 Çarşamba

HALİL, HARVEY VE BEN :)

Bundan tam tamına 6 sene önceydi...23 yaşında Londra'da master yapan gencecik (-ki hala gencim neyse ki-:)) bir öğrenciyken, en fazla iki kişinin oturabildiği, ikiden fazla kişi girdiğinde mutlaka birinin ayakta durması gerektiği kadar küçüklükteki yurt odama, ekstra bir yatak almam gerekti....Türkiye'den kimi zaman gelen arkadaşlarımı ya da ailemi (tabii 1 kişiden fazla olmamak koşuluyla) minnacık yurt odamda yatırabileceğim şişme-bildiğiniz deniz yatağına benzeyen, yarı yer yarı deniz yatağı kıvamında bir yatak buldum ve aldım...tabii bir de onu şişirmek için bir alet....
Her zamanki tez canlı halimle annemin gelişinden yaklaşık 20 gün önce aldığım bu yatağın ünü maalesef ki yurtta çabuk yayıldı (tabii bunda benim çenemin de katkısı büyüktü) ve annem daha gelmeden kaldığım kattaki neredeyse herkese yatağı ödünç vermek zorunda kaldım...Tam bu sırada bana bir arkadaşım diğerleri gibi :) "Aslı, yatak müsait mi bir arkadaşım bende kalmaya gelicek, yatağa ihtiyacım var şu tarihlerde" dedi. Yaklaşık 1,5 ay sonrası için rezervasyonunu yaptırmak istediği tarihlerin uygunluğunu öğrenen arkadaşım :) bana yanında birkaç günlüğüne kalmaya gelecek arkadaşıyla ilgili kişisel bilgiler vermeyi de ihmal etmedi...

Arkadaşı gaydi ve sakın ama sakın arkadaşı geldiğinde onunla sohbet ederken "gayliğiyle" ilgili ağzımdan özellikle olumsuz birşey kaçırmamalıydım...Ama dile kolay kocaaa 1,5 ay, ben bunu unuttum gitti...

1,5 ay sonra yurt mutfağındaki yemek masasında karşısında yemek yiyip, sohbet ettiğim ve "gay" olduğunu tamamen unuttuğum arkadaşımın arkadaşının yüzüne baka baka kurduğum şu cümleyi dikkatinize sunmak ve sizinle paylaşmak istiyorum: "Ben bu i..neleri kesinlikle anlamıyorum" :) !!!!yalnız burada hemen şunu da belirteyim: karşımdakinin gay olduğunun ipucusunu veren (hal,hareket, konuşma gibi) herhangi bir işaret yoktu ve arkadaşımın "amaan aslı dikkat" tembihinin üzerinden de bir aydan fazla zaman geçmişti :)

Bu cümleyi, üçümüz yemek yerken, mutfağa giren İspanyol yurt arkadaşımın gay olduğuna dair tahminlerim üzerine kurmuştum, ve"i..ne" kelimesini zikrettikten sonra ortadan kaybolan arkadaşımın, neden hala dakikalardır yanımıza dönmediğini anlayamamıştım...Bir süre sonra merak edip, nerde acaba diye onu aradığımda, onu yurt odamda yere kapaklanmış ve gülmekten yüzü kıpkırmızı bir halde buldum... Arkadaşımdan "Aslı sen az önce içerde oturan arkadaşıma i..ne dedin, ben sana ne demiştim, gay demiştim onun için, di mi!!!" cümlesini duyduğumda başımdan kaynar sular döküldü :) bütün gece çocuğun yanına bi daha çıkamadım...

Artık, "i..neleri anlamam" gerektiğini, ben bu "acı" tecrübeyle öğrendim... Çok geçmeden de iki sene boyunca yaşadığım Londra'da, sık sık karşılaştığım "eşcinselleri" kabul ettim, yolun ortasında durup öpüşenleri, sarılanları, el ele yürüyenleri kabullendim :) Hatta eşcinsel bir arkadaş da edindiğimi ve birkaç kez onunla beraber, Londra'nın "gay semti" olarak bilinen Soho'da gezdiğimizi ve hala da irtibatımızın kopmadığını burada itiraf etmeliyim...

Türk toplumunun da anlamakta ve kabullenmekte çok zorlandığı "eşcinsellik" (bknz: son olarak Hakem Halil İbrahim Dinçdağ olayı), konunun uzatılmasıyla da çirkin bir hal alabiliyor...Feminist bir yaklaşım olacak ama nedense işin içine özellikle erkekler arasındaki eşcinsellikteki görsellik de girince bu konu iyice "kabul edilemez ve dayanılmaz" oluveriyor, ancak kadınlar arasındaki eşcinsellik nedense hep daha bir "seksi"!!!!

Erkekler arasındaki eşcinselliğin özellikle yine erkekler tarafından "çirkin ve kabul edilemez" olduğunun görsel kanıtını ise bu hafta sonu en favori aktörlerimden biri olan Sean Penn'in "Harvey Milk" karakteriyle bu sene "En İyi Erkek Oyuncu" oscarı aldığı, "Milk" filmini izlemeye gittiğimde gördüm....

İlk yarısında özellikle erkekler arasında çok sayıda öpüşme sahnesi olan filmin ortasında çıkanlar mı dersiniz, film arasında kaçanlar mı dersiniz..ohooo...kaçan kaçana...ve çıkanların çoğu tahmin edersiniz ki erkekler, çoğu kız arkadaşlarıyla ya da eşleriyle filmi izlemeye gelmişler (en çok da yanlarındaki kadınlara üzüldüm) :) tabii olmaz... erkek adam böyle film izlemez, izlememeli :)

Filmin Türkiye'ye ve de Ankara'ya bu kadaaaar geç gelmesi, koyulan yüksek yaş sınırı ve az sayıda sinemada genelde küçük salonlarda gösterilmesinin birşeylerin alameti olduğunu anlamalıydım aslında ama kaderde yaşayarak gözlemlemek varmış, tüm bunlar aslında "eşcinsellikle" ilgili Türk toplumunun "katı mantalitesini" ortaya koyuyor...

"Eşcinsellik" konusunda kimi zaman toplumsal olarak öğretilmiş, kimi zaman da nerden geldiği belirsiz "önyargıları" yenmiş olmaktan dolayı mutlu ve gururluyum...Ne diyim, darısı filmin yarısında sinemadan çıkanların başına :)