24 Mayıs 2010 Pazartesi

BİR GARİP ŞEHİR


Uzun süredir yazamadığım bloğuma, bunu eklemem şarttı....Ben 7 aydır işte bu resimlerdeki gibi deli bi şehirde yaşıyorum işte...Her an herşey olabiliyor, yolda yürürken karşınıza taksiye binen Mısır sfenksleri kostümlü adamlar çıkabiliyor mesela...(reklam filmi çekimiymiş)

9 Aralık 2009 Çarşamba

Lord kamarası görmek...

İngiliz deyince...her yer lord, sir,lady,vs :) malum monarşik yapı, ama allahtan durum anaerkil de, sinir kalkmıyor..ve geçenlerde ben de bu mertebeye yaklaşır hissettim kendimi ilk kez :) benim k...ım daha doğrusu bizim k...ımız geçenlerde lord kamarası gördü :)

Evet konumuz bu. Rahmetli büyük teyzemin isteği tam 30 sene sonra gerçekleşti. Büyük teyzem küçükken (hafif erkek görünümlü bir kız çocuğu olduğumdan) anneme, bu kızı büyüyünce İngiltere'de ladylik okuluna gönder dermiş!!(insanın görüntüsüyle gitmesi gereken okul arasındaki bağlantıyı hala anlayamam)...Büyük teyzemin (annemin teyzesi) 20. yüzyılın başlarında doğmuş, büyümüş, daha o tarihlerde dil tarihten mezun olmuş ve İngiliz ile Fransız hayranı bir insan olduğunu düşünürsek, bu isteğini yadırgamamak lazım... Tabii Anneciğim beni hiçbir zaman ladylik okuluna göndermeye kalkmadı... (böyle okullar var mıdır onu bile merak etmedim hiç)

16 yaşından bu yana bildiğim, sevdiğim ve son 3 aydır yaşadığım Londra'da geçen günlerde bir taraflarım lord kamarası koltuğuna oturma mertebesine ulaştı, hem de 2 ay sonra kavuşabildiğimiz kocamınkiyle beraber...Galiba teyzeciğim hedefine kendimi en yakın hissettiğim an bu oldu.

Yunus'la beraber bir görev takibi için gittiğimiz parlamento binası ve lordlar kamerası, insanı değil lady, sir, lord olmayı, ölmüş olmasına rağmen Prenses Diana'nın yerine geçmeyi bile düşündürtüyor :)

31 Ekim 2009 Cumartesi

Up, up, up and away...

Pixar yine yapacağını yapmış :) Hep bi zevkle izledim, pixar'ın animasyon filmlerini...Toy Story, Ratatouille, Wall-e, Nemo, Monsters, aklıma şimdilik gelen birkaç pixar animasyon filmi...Pixar filmlerini izlerken, aklıma hep şöyle bir görüntü geliyor,"bir sürü yaratıcı, gözlüklü ve teknoloji manyağı adam ve kadın bir odada çalışıyor, çiziyor, üretiyor ":) nedense...

Pixar'ın son animasyon filmi "UP" bir harika...felsefi olcak ama hayata dair o kadar çok şey barındırıyor ki içinde...Her zaman ki gibi pixar yetişkinleri de kalbinden vuruyor, hem de öyle böyle değil, filmde ağladım bile :)

Bloğumu okuduklarını umduğum Göksel ve Umur'a buradan sesleniyorum: Ada'larınızı mutlaka götürün bu filme :)

24 Ekim 2009 Cumartesi

EVE DÖN JOE GİBİ












Bugün Londra'nın "özgürce konuşulabilen" en bilinen köşesi "Hyde Park Corner"da, binlerce savaş karşıtı buluştu..."İngiliz askerleri Afganistan'dan dönsün" diye bağırdı herkes, ama konu sadece Afganistan değildi, tüm Orta Doğu için yürüdü binlerce kişi...

Bu sorunlu topraklara İngilizlerden kendimi daha yakın hisseden ya da daha yakın hissettiğimi zanneden ben ise, İngilizlerin ağzından "Orta Doğu'da barış" sloganını duyunca tarif edilemez bir tuhaflık hissettim.

Fotoğraf makinamı kapıp Hyde Park'a gittim ve şu sorunsalla karşı karşıya kaldım: Elime tutuşturulan binlerce broşürü mü tutsam, yoksa yağan yağmurdan ıslanmasın diye fotoğraf makinamı mı kurtarsam, bir elle şemsiye tutulurken diğer elle fotoğraf makinesi nasıl tutulur ve zoom yapılır, bu fotoğraf makinesini yağmurda taşımak ne de zormuş, yağmurdan ve ıslanmaktan nefret eden benim 365 günün 300'ünün yağmurlu olduğu bir şehirde işi ne, vs...

Derken kafamdaki bunca soru, gencecik bir adamın yürüyüşün başına geçmesi ve basının ona gösterdiği inanılmaz ilgiyle dağılıverdi: Joe Glenton. Savaşın başlamasının ardından, 2006'da Afganistan'a gitmiş Joe, savaşmış da ama yapamamış, dönmüş kendi isteğiyle, gitmek zorundasın dönemezsin demişler reddetmiş, şimdi yargılanıcak Glenton, ve sivil cezaevine gönderilmesi olası...

Bugün Joe, yürüyüşün simgesiydi ve en başındaydı, karısıyla beraber...bağırdı herkes: "Eve dönsün herkes, Joe gibi"...Ben de Joe'nun hikayesini öğrenince şemsiye, yağmur ve fotoğraf makinası üçlemesine daha fazla kafa yormamam gerektiğini anladım :)

21 Ekim 2009 Çarşamba

VE LONDRES....

Dile kolay, koca 6 sene...Ankara ya da İstanbul olsa şehrin değişiminden evimin yerini bulamazdım ama tabii Avrupa :) Londra'yı aynı 6 sene önce bıraktığım gibi buldum...

Hiç mi değişiklik yok? Elbette var...Ekonomik kriz feci vurmuş, Londra'da artık daha fazla mutsuz insan var, biraz daha yoksul, biraz daha güvensiz ama yine de güzel :)

Bi de teknoloji...neredeyse peynir-ekmek gibi buradaki cep telefonu şirketlerinin Türkiye'ye göre ucuza sattığı blackberryler, iphonelar...Kötü etkilemiş bu durum İngilizleri (Londra'da İngiliz mi var diyebilirsiniz, haklısınız, o zaman) Londralıları diyelim...Artık Londralılar, metroda, otobüslerde daha az kitap, dergi, gazete okuyor...Herkesin elinde internet bağlantılı cep teli...cıp cıp cıp sağa-sola mail atılıyor, hatta msn'den chat yapanına bile şahit oldum...
"Ya seversin, ya nefret edersin" sınıflandırmasına sokulan şehirlerden biri Londra...Nasıl baktığına bağlı şehre, gri bulutlara, genelde çiseleyen yağmura ve olmayan yemeklerine :) fazla takılmamak gerek...Akan hayat, yapılacak milyonlarca şey ve parkları ise benim odaklandığım noktalar...
Şimdilik, tanıdık ama yeni bir başlangıç Londra benim için...Gezilenler, görülenler, şahit olunanlar ve de en önemlisi akla takılanları anlatmaya devam :)
Henüz kendimi şehre ait hissetmediğimin, turist Ömer kıvamındaki halimin kanıtı olan objektifimden 3-4 kare :) Akşamüstü Westminster-Parlamento binası ve de meşhuuur Notting Hill-Portobello Road....






30 Ağustos 2009 Pazar

Yine intikam, yine gerginlik ve yine Tarantino...

Dahi yönetmen Quentin Tarantino'nun yeni filmi "Inglourious Basterds", iki haftadır gösterimde olan Türkiye'deki ismiyle ise "Soysuzlar Çetesi"...

Film, 2. dünya savaşında Nazi işgalindeki Fransa'da başlar...İlk sahnenin ve filmdeki birçok sahnenin insanı içine çeken "gerginliğine" kapılmamak elde değil, ve tabii Kill Bill'deki intikam hikayesi bu filme de hakim...Tabii bu intikam, Kill Bill'deki gibi 1 kadının 1 erkeğe yönelik intikamı kadar basit değil... Hitler ve demirbaş ss'leri öldürerek, adeta tüm Yahudilerin hatta insanlığın yapmak istediğine, intikamına tercüman olmuş bu sefer Tarantino...

Her filminde kanlı sahneleri cesurca gözler önüne seren Tarantino, yine cesaretini ortaya koyuyor ama Kill Bill gibi asla değil... kafa derisi yüzme sahnelerinden her ne desense rahatsız olmadım :) acaba bende mi bi tuhaflık var ;)
Film uzun süredir izlediğim en güzel filmlerden biri, kesinlikle tavsiye edilir, tabii Tarantino'nun tarzına aşikarsanız...ince espriler de var...özellikle ss subayını canlandıran Christoph Waltz'ın performansı dikkat çekici...Brad Pitt ise, aksanı ve özellikle İtalyan taklidiyle oldukça komik :) (burada Tarantino'nun İtalyan köklerine kredi vermemek haksızlık olur sanırım) tabii bi de her zamanki gibi yakışıklı Pitt (ah Angelina ahhh)...


14 Ağustos 2009 Cuma

TÜRK DOLMASI :)

İnsan "gazeteci" olunca...bilinçte hep bi entel/derin konular yazma, konuşma ya da anlatma hissi oluşuyor...yok ama yok bu sefer valla kendimi tutamıycam, dayanamıycam...bu fotoğrafı görünce isyan etmek istedim, bu ne yaaa!!!! Tamam kadın dediğin biraz şöyle etine dolgun olmalı (külliyen yalan), hatta amiyane tabirle böyle "elledin mi eline lop lop et gelmeli" (ne iğrenç di mi) amaaa...bu kadar da değil sanırım....

Bi estetik algısı var kardeşim, bunu bozmak zorunda mısınız?....Tamam tabii... bi anoroksik Kate Moss değil, ya da keş ve anoroksik, ibibik kuşu kafalı Amy Winehouse da değil karşımda görmek istediğim amma...valla dolma bacak Sibel Can hiç değil :) "Hafif etine dolgun bir kadın olarak" :) bu fotoğrafa isyan etmek ve sizinle paylaşmak istiyorum...
Sibel Can'ın "medeni cesareti" ya da "güveni" konusuna girmeyi ise hiç uygun ve gerekli bulmuyorum bu yazıda...malum değmez :) (gazeteciyiz ya çok fazla üzerine yazmak, zaman kaybı olur değil mi)